TÜRKİYE'NİN
AB'YE ÜYE OLMA GEREKÇELERİ ORTADAN KALKMIŞTIR
|
Devlet Politikası diye yutturulmaya
çalışılınanlar masaldan ibaret. Zira devlet
politikaları devletin kendisi tarafından belirlenir. "Devlet" kendisine dikte ettirtmez ! Hele bu
devlet Osmanlı devletinin küllerinden, Atatürk ve
arkadaşlarının yeniden ortaya çıkardığı;
karakteri özgürlük ve bağımsızlık olan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ise kesinlikle ettirtmez. Hamuru; milli
egemenliğe dayalı tam bağımsızlık ilkesiyle
yoğrulmuş bu cumhuriyetin temel ilkelerinin tahrip edilmeye
çalışılması, üst kimlik, alt kimlik gibi
bazı arayışlar içine girilmesi Lozan'ı Sevr'e
dönüştürmek isteyen küresel emperyalistlerin hedef
sarptırtmak için hazırlanmış bir takım
planlarının birer parçası olsa gerek. Avrupa Birliği, bir
takım dayatmalarla Türkiye'yi istediği şekle sokmaya
çalışıyor; bu planın gerçekleşmesi durumunda
Türkiye'nin kolay yutulur bir lokma haline gelmesi beklentisi olsa gerek.
"AB' ye gireceğiz" diye milli çıkarlarımız dahi
gözardı edilmektedir. AB müzakere tarihi için Yunanistan'la birlikte,
telafisi olmayan isteklerle Türkiye'nin karşısına
çıkmaktadır.
|
Bugün ülkenin
başında olanlar herşeye karşın AB'ye girmek için
ellerinden geleni yapıyor. Geçmişte AB'yi Hirıstıyan
kulübü olarak görenlerin, iktidara gelince herkesten fazla AB taraftarı
olduğunu hep birlikte görüyoruz. Devleti için çalışanlar o
devletin varlığını sürdürmek ve kudretini artırmak
için var gücüyle mücadele ederler. Bugün görülen şudur: Bir hiç
uğruna milli çikarlarımız heba edilmekte, yurttaşlarımız
Türkiye’nin AB’ye gireçeği yönünde şartlandırılarak
kendilerinden bu uğurda ödün vermeleri beklenmekte, bu durum bir dizin
sorunları yarattığı gibi, İnsanlarımızı
hedefsiz ve ilkesiz kılmaktadır. İnsanlarımız
sanki Türkiye yarın AB’ye alınaçakmış gibi bütün
ümitlerini AB’ye kitleyerek, yarattıkları pembe tablo içersinde
"miskin" bekleyişin
içersine çekilmek istenmekteler. Çözümsüzlüklerin ümit kapısı,
olarak algılanmaya başlanan, AB ise kendi geleçeğinden
endişelidir !
|
AB
aşkı ile yanıp tutuşan, üyelik uğruna milli
haysiyetten vazgeçmenin doruğa çıktığı günümüze
geçmişten bir işik tutarak, Türkiye’nin üyelik talebi hangi
şartlarda yapıldığına ve AB'nin bu günkü konumuna
açıklık getirerek konuyu inceleyelim:
|
1950 yılında Fransız dışişleri
bakanı Robert Schuman tarafından bir fikir olarak ortaya
atılıp, 1958 yılında yürürlüğe giren Roma
Anlaşması (25 Mart 1957) ile 6 Avrupa Ülkesi (Belçika, Fransa,
İtalya, Lüksemburg, Hollanda ve B.Almanya) arasında sadece adı
geçen ülkelerin şirketleri arasında ticari ve ekonomik
işbirliği yapmak ve karşılıklı ticareti
geliştirmek amacıyla AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu)
kurulmuş, önce Bürüksel Anlaşması (8 Nisan 1965) ile
topluluğun ismi Avrupa Topluluğu (AT) sonra da 7 Şubat 1992'de
de Avrupa Birliği anlaşması (Maastric Anlaşması)
imzalanarak Roma Anlaşması tedil edilip topluluğun adı
Avrupa Birliği (AB) olarak değiştirilmiştir. Kurucu
üyelelerin dışında Birleşik Krallık (İngiltere)
1973, Yunanistan 1981, İspanya ve Portekiz 1986, Avusturya,
Finlandıya ve İsveç 1995'de tam üye olmuş, Mayıs 2004'de
de 10 yeni ülke daha AB üyeliğine alınmıştır.
|
Türkiye
Cumhuriyeti 31 Temmuz 1959 tarihinde AET'ye ( Avrupa Ekenomik
Topluluğuna ) katılmak için müracat etmiş, 12 Eylül 1963'de
taraflar arasında yapılan anlaşma ile (Ankara
Anlaşması) Türkiyenin AB macerası resmen
başlamıştır. ( Nufusu 30 Milyon )
|
Bu
anlaşma tamamen ekonomik ortaklık ve ticaret temeline dayandırılmış olup, AB'nin bugünkü yapısına
katılım ile ilgili hiçbir amaç taşımamaktadır !
|
Dönemin
idarecileri AET'ye girme isteğini iki temel sebebe
bağlamışlar.
|
• Birincisi; Ülke ticaretini geliştirmek, Avrupa
Ülkeleri ile aramızdaki ekonomik uçurumu yoketmek,
|
•
İkincisi ise Yunanistan'ın topluluk içerisine girişi ile
birlikte bölgede ekonomik güç olarak Türkiye'nin önüne geçmesi
kaygısıdır.
|
Gelecekte
Batı Avrupa'da kurulacak siyasi birlikteliğe katılım için
atıf yapılsa da, bunun tamamen Sovyet Rusya tehlikesini bertaraf
etmek amacıyla yapıldığı açıkça
anlaşılmaktadır.
|
Şimdi 1963'den bu
yana 41 yıl içersinde geldiğimiz noktaya göz atalım.
|
Bu
masum belki de haklı gerekçelerin, topluluğun sadece ekonomik
fonksiyonu olduğu dönemde anlaşılabilir tarafları
olabilir, fakat AB'nin bugünkü fonksiyonları ve yapısı
düşünüldüğünde günümüz idarecilerinin halen 1963'deki ekonomik ve
siyasi kaygılarla topluluğa üye olmak için
çırpınmaları ve karşılığında her
türlü milli ve manevi değerlerden vazgeçmeleri anlaşılır
bir şey değildir.
|
1963'deki
Birinci gerekçe olan Ülke ticaretini geliştirmek ve Ekonomik uçurumu
yoketmek konusunun "ekonomik uçurumu yoketmek"
kısmı hakkında ne kadar başarısız
olduğumuz ortadadır. 1963 Türkiye şartlarına göre Avrupa
karşısında ekonomik dengeler konusunda ne kadar geri
kaldığımız açıktır.
|
"Ülke
Ticaretini geliştirmek" konusunda süreç tersine işlemiş
ihracatımızın neredeyse tamamı ithalata dayalı hale
gelmiştir. Bunun anlamı, yerli üretim mallarının ihraç
malları kapsamından çıkartılıp üreticinin yok edilmesi
ve yerli sermayenin ortadan kaldırılmasıdır.
|
Çağımızda
ülkeler topla tüfekle değil, üretim mekanizmalarının ele
geçirilmesiyle fethedilmektedir. Şu anda maalesef ülkemizin ekonomik
dinamikleri yabancı sermayenin elindedir ve diledikleri gibi ekonomimize
yön vermektedirler. Zaman zaman birileri çıkıp milli politikalar
izleme teşebbüsleri gösterirse derhal ekonomik krizler
çıkartıp onları engellemektedirler.
|
Bugün
AB tıpkı bir "imparator devlet" gibi; anayasası,
sınırları, yasaları olan siyasi bir kuruluştur.
Buraya girmek istemek mevcut anayasamıza, üniter yapımıza ve
her türlü değerimize aykırıdır. Buraya girmek istemek
Türkiye'yi buraya yamamak anlamına gelir ! Kaldı ki AB'yi
oluşturan ülkelerin vatandaşlarının çok büyük bir bölümü
Kültür farklılığı, inanç farklılığı,
değer kavramlarının oluşturduğu "doku
uyuşmazlığı" vb. nedenlerden dolayı Türkiye'nin
AB'ye üyeliğini istememektedir. Bu durumda aksi yönde ilerlemek
yalvarıştan öte bir şey değildir. Kabül alunmayaçak duaya
"amin" ne gerek ?
|
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti her ülke ile ekonomik işbirliğine gidebilir,
gitmelidir de. Fakat Türkiye Cumhuriyeti'nin içine gireceği siyasi
organizasyonun şeklini de yasalarını da
sınırlarını da Türk insanı belirlemelidir.
|
Ne
kuruluşunda ne de yasalarının hazırlığında
hiçbir dahlimiz olmayan siyasi bir kuruluşa girmek resmen devletimizi
lağv etmektir ve bu vebalin taşıyıcılarına Türk
insanı gerektiği gibi cevap verecektir.
|
Ülkemizde AB'ye illa
girelim diyenleri iki sınıfta toplayabiliriz.
|
Bu sınıflardan
birincisi zaten soy özürlüdür ve maddecilikten başka hiç bir kıymet
tanımamaktadır. Bunların sayısı az olmakla beraber
ekonomik gelirleri yüksek olduklarından kurdukları saadet
zincirlerinin yıkılmasını istememektedirler. Bunları
tanımanın en kestirme yolu herhangi bir günlük gazeteyi alıp "köşelere"
gözgezdirmektir. Bunlar Türkiyede çoğunlukla KarenFog çocukları
namı ile anılırlar.
|
AB sevdalısı
ikinci grup ise, tamamen "Doğu Korkusu"
taşıyanlardır. İslam Aleminin ve diğer doğu
ülkelerinin büyük çoğunluğunda var olan diktatörlük ve
cahilliğin ülkemize de sıçramasından korktukları için "yılana"
sarılmaktadırlar. Bu grubun en önemli ortak özelliği
"kendi değerlerini bilmemek, batı karşısında
aşağılık kompleksi taşımaktır".
Bunun en aşikar göstergesi, ülkemiz bunca tehlikede iken
kılını kıpırdatmayıp, üç beş
kızın başörtüsünü görünce celallenip mangalda kül
bırakmamalarıdır.
|
Darbe sonrası
liberalliğe geçiş döneminde tohumu ekilen ilkesiz, nemelazımcı
prototipin hayatla
buluştuğu nokta günümüz Türki'yesinde bilinen meşhur
kurbağa hikayesini doğrulamaktadır. Kurbağa eğer
sıcak suya bırakılır ise hemen dışarı
sıçrarmış. Ama Kurbağa soğuk suya konulur ve su
ısıtılırsa su kaynayana kadar tepkisiz suyun içinde
kalırmış !
|
Sonuç; Türkiye'nin AET'ye üye olma gerekçeleri ortadan
kalkmıştır. AET diye bir kuruluş da ortadan
kalkmıştır. AB siyasi bir teşekküldür ve ekonominin
dışında ne yasaları nede kriterleri Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkelerine uymamaktadır. AB'nin gayesi
Türklerden tarihdeki mağlubiyetlerinin rövanşını
almaktır. Bunu da 41 yıldır kapısında bekletip, hiç
bir konuda ülkemize fayda sağlamaması ile ispat etmiştir. AB
üyeliğinin milli bir politika olmaktan çıkartılıp
alternatif çözümlere yönelinmelidir. Alternatif çözüm, Batının
kölesi olmak değil, Doğunun şahı olmaktır.
Batının bizi "adam etmesini" ummak
onursuzluğunu bırakıp, Doğu'yu önce adam etme sonra da
onlara liderlik etme açılımı yapılmalıdır. Bu
potansiyelimiz de gücümüz de vardır. Diğer Türk Cumhuriyetlerinden
başlayarak, bütün İslam alemine önderlik edip onlarla
atacağımız her adım hem onların demokratik
açılımlar kazanmalarını sağlayacak hem de globalizm
vahşetinin ve küresel çeteciliğin önüne set çekecektir. Hepsinden
önemlisi de Türk insanı batı karşısında
şerefini, hürriyetini ve
bağımsızlığını koruyacaktır.
|
Çok geç olmadan AB ve
batı ile ilişkiler gözden geçirilip Türk'ün şerefine
yakışır bir muhasebe yapılmalıdır.
|
AB içersindede
bu insiyatife yaklaşımı olanlar vardır. Örneğin
Federal Almanya anamuhalifet partisi genel başkanı bayan Angela
Merkel Türkiye'nin AB'ye üye olmasını istemediklerini
fakat her iki tarafında menfaatinin
olacağı ticari ortaklık
modelinin müzakere edilmesinin doğru olaçağını dile
getirmiştir. Buda "AET" ruhuna bir atıftır.
|
Büyük önder
Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümü ile birlikte, ölüm uykusuna
yatırılan, dolayısı ilede çağdaş ülke olma
yolunda gelişmesi durdurulan aziz vatanımız, bölünmez bir
bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Milleti ile birlikte tarihten gelen
ihtişamı doğrultusunda uyuyan bir devdir. Türki'yede yaşayıp
bunu böyle görmeyen avrupa sevdalısı kimlik özürlülerin hizmet
etmek için yarıştıkları avrupalı işte bunu
böyle görüyor, böyle biliyor. Geleçeğini tesadüflere bağlamak
istemeyen avrupalı, kaplumbağa hızıylada olsa uykusunda
büyüyen Türkiye'nin 100. kuruluş yıl dönümü olacak 29 Ekim 2023 de
100 milyonluk dev bir ülke olacağını düşündüğü,
uyuyan bu devin uyandırılmaması için sarf ettiği çabalar;
bu ülkeyi silahsız, darbesiz istediği çizgiye getirmekten ibaret
olsa gerektir.
|
|
Türk milletinin
ağırlığını ve onurunu ilelebet korumak,
hepimizin şaşmaz şiarı olması dileği ile, Ne
mutlu Türküm diyene.
|